Konumuz Asgari Ücret
- bariscemozpolat
- 14 Eyl
- 3 dakikada okunur

Evet, işte geldik yine yılın o zamanına. Tarafların her hafta toplanıp ayrıldığı, amacı asgari ücreti belirlemek olduğu hâlde ilk bilmem kaç oturumda, nedendir anlamış değilim, hiç rakam konuşulmayan o garip asgari ücret toplantılarının yapıldığı aya.
Tüm Türkiye oturup o asgari ücret toplantılarından çıkacak kararı bekliyor; sanki o odadakiler gerçekten karar almaya yetkiliymiş gibi.
Yanlış anlaşılma olmasın, bence asgari ücreti devletin belirlemesinde hiçbir mahsur yok. Devlet oturup gerekli kurumlarıyla bir hesap çıkartır, artısını eksisini herkesten iyi düşünür, sonra da ortaya bir asgari ücret koyar. Bu bence gayet makuldür.
Benim anlamadığım şey bu “mış gibi yapma” seremonisi…
Asgari ücretin yeni yılda ne olacağı şurada dursun; ben bu hafta asgari ücret dendikçe içinden çıkamadığım 2 konudan bahsetmek isterim sizlere.
1) Asgari ücret neden aylık hesaplanır?
2) Ülkemizdeki çalışanların neden bu kadarı asgari ücretli?
Önce birinciyle başlayalım:
Yasalar mevcut durumda işverenlere diyor ki “Sen hiç kimseyi ayda … TL net ücretin altında çalıştıramazsın.”
Aynı zamanda da diyor ki “Bir kişi ekstra mesai almadan haftada en fazla 45 saat çalışabilir.”
İşverene bir taraftan alt limit, diğer taraftan da üst limit konulunca, elbette girişimci içgüdüleri de ona bir çalışanı 45 saat çalıştırıp sonucunda asgari ücret ödemesini söylüyor.
Buraya kadar asgari ücretli bir çalışan için konuşuyorduk; ancak bu aşamadan itibaren asgari ücret herkesi bağlıyor. Çünkü bir çalışanın işi (emek harcadığı miktar ve firmaya marjinal faydası) ve geliri (maaşı ve firmaya olan maliyeti) diğer çalışanlar için de bir çıpa görevi görüyor.
Asgari ücretli çalışan en altta olmak üzere, diğer tüm çalışanlar (ve bizzat şirket yöneticileri) organizasyonun geri kalanını belirli bir skalaya yerleştiriyorlar.
Birinci sorum burada başlıyor:
Herkes eşit olarak haftada 45 saat mi çalıştırılmalıdır?
Çoğu iş yerlerinde hafta sonları çalışılmıyor. Bu da onlara (içinde resmî tatil olmayan) bir haftada çalışılabilecek 5 gün bırakıyor. 45 saati 5 güne bölünce günde 9 saat mesai gerekiyor.
Peki şirketlerin tüm çalışanlara eşit olarak her gün 9 saat ihtiyacı var mı?
İşini 5 saatte bitiren çıkıp gidemez mi? İlla kalan 4 saatte de patronun emrinde hazır bulunması ya da çalışıyormuş gibi mi yapması gerekir?
Yoksa 5 saatlik işini 9 saate mi yaysın?
İyi bir organizasyonda çalışan herkese tamı tamına 9 saatlik mi iş verilmelidir?
Ya da bir iş yerinde istisnasız herkesin aynı saatler boyunca çalışması mı gerekir?
Peki Dünya’da asgari ücretin en yüksek olduğu 12 ülkenin 10’unda asgari ücret saatlik belirlenirken bizde neden aylık belirleniyor?
İkinci sorum da şu:
Neden bizim ülkemizde bu kadar çok asgari ücretli çalışan var?
Normalde asgari ücretin amacı şudur: Bir insanı belirli bir miktarda paranın altında çalıştıramazsınız. Bunun altı köleliktir. Üstelik şunu atlamayalım; çalışan maaşlarından alınan vergiler devletin en büyük gelir kalemlerinden bir tanesidir.
Dolayısıyla asgari ücreti belirlemek devletin aynı zamanda şunu deme şeklidir:
“Sen … kişisiyle aylık 1.000 liradan da anlaşsan beni bağlamaz, o kabul etse de ben onun adına kabul etmiyorum, onu bu paraya çalıştırmak doğru değil. Ha bu arada ben de vergimi 17.002 lira üzerinden isterim.”
Resmi rakamlara göre Türkiye’deki çalışanların %42’si asgari ücretli.
İşte bu yüzden bizim ülkemizde her yıl “Asgari Ücret Belirleme Komisyonu” toplantıları çok fazla ilgi çekiyor. Hem çalışanların hem de işverenlerin gözü bu toplantıların en sonuncusundan çıkacak kararda.
Sizi temin ederim ki, 2025 asgari ücreti 20.000 de belirlense, 200.000 de belirlense alım gücü açısından hiç farkı olmayacak. Aradaki tek fark enflasyon olacak.
Bir an için inanılmaz bir sürpriz yaşandığını ve asgari ücretin 17bin liradan 170bin liraya çıktığını varsayalım.
Etin kilosu hemen Ocak ayında 7.000 lira olmayacak mı? Biber 1.000, domates 500, portakal 400 lira olmayacak mı? Ev sahibi 20.000 aldığı kirayı yıl içerisinde 200.000’e çıkarmayacak mı sanıyorsunuz?
Ekonomi her zaman bir arz – talep dengesidir.
Refah için önemli olan asgari ücret değil, alım gücüdür. Alım gücü de asgari ücret artışlarıyla artmaz.
Alım gücü verimlilikle artar, katma değerle artar, bilgiyle artar.
Keşke asgari ücretin ne kadar olacağına kafa yorduğumuz yıllar boyunca neden bu kadar çok insanın asgari ücretli olduğuna kafa yorabilseydik.
Slovenya’daki çalışanların %15’i (en yüksek oranlı AB ülkesi), Fransa’dakilerin %12’si, Almanya’dakilerin %7’si, Belçika’dakilerinse %2’si asgari ücretliyken bizim ülkemizdeki çalışanların neden %42’si asgari ücretli diye sorabilseydik.
Kaliforniya’daki asgari ücretin saatlik 16 dolardan 16,5 dolara çıkması inanın oradaki çalışanların çok büyük bir kısmını bağlamıyor. Zaten çoğunun bu değişiklikten haberleri bile olmuyor.
Ama zaten Kaliforniya’da kişi başına düşen milli gelir de 93.000 dolar civarında. (Türkiye’de 13.000).
Ne zaman iş verenler olarak şirketlerimizin sürdürülebilirliğine, katma değere, ihracata kafa yorarız ve ne zaman çalışanlar da kendi verimliliklerine ve kendilerini geliştirmeye kafa yorarlar, işte o gün asgari ücreti umursamayız.
O gün gelene kadarsa her Aralık’ta bu toplantıları takip etmeye devam.
